İyi kötü iki ayı devirdim bu ülkede. Hem gönüllü çalışırken hem de kısa seyahatler yaparken sürekli yeni insanlarla tanışıyorum. Burası hiç aşina olmadığım, farklı bir coğrafya. Tabiatı, tarihi bizim memleketten çok farklı. Ama yine de burada gördüğüm, tanıdığım hiçbir şey beni insanların hikayeleri kadar şaşırtmıyor. Guatemalalılar çilekeş bir halk; herkesin hayatı zorlu burada. Bir de Orta Amerika’ya gönüllü çalışmaya gelen, ya da bir şekilde ülkesini bırakıp burada yaşamayı seçen bir kitle var. Yaşadığı toplumda dışlanan, işlediği bir suçtan ötürü saklanan, vicdan azabı çekerek ruhunu temizlemek isteyen, ülkesinde, işinde tutunamayan, aile hayatında travmalar yaşayan ya da en basiti toplum için birşeyler yapmak isteyen, benim gibi rutin hayatını geride bırakmak adına kendini yollara vurmuş kim varsa soluğu burada almış sanki...
Üniversite öğrencileri dışında, buradaki gönüllülerin ya da gezginlerin mutlaka çarpıcı bir hikayesi var. Kimileri benim gibi yetim çocuklarla, kimileri huzurevlerinde yaşlılarla, kimileri inşaatlarda, bazıları Maya köylerinde, okullarda, tarlalarda çalışıyor. Biraz buranın çetin çalışma koşulları, biraz da kendini gizlemeden yeni bir topluluğun parçası olabilme özgürlüğü gönüllüler arasında farklı bir bağlılık, kardeşlik duygusu yaratıyor. İster arkadaşınız olsun ister olmasın, tanıştıktan kısa bir süre sonra insanlar buraya geliş nedeninizi soruyor. Önce ben anlatıyorum, sonra onlar anlatıyor.
Bir süre önce Antigua’nın pek meşhur barı Cafe No Se’nin işletmecisiyle sohbet ederken, burada yaşayan insanların hikayelerinden çok etkilendiğimi söyledim ona. “Yıllardır burada hizmet veriyorum; artık insan sarrafı oldum sayılır. Açık açık anlatıyorlarsa hikayelerini, o insanlardan çekinme. Hiçbir şey anlatmayanları iyi gözle” dedi. Sonra devam etti: “İki yıl boyunca burada yaşayan ve neredeyse her akşam bizim bara gelen orta yaşlı, Amerikalı bir adam vardı. Güleryüzlü, samimi konuşan. Ama hiç birimiz kimdir, nedir bilmiyorduk. Sormak da aklımıza gelmedi. Barda geyik muhabbeti yapıyorduk yalnızca. Bir gün adamın evini FBI’ın bastığı haberi geldi. Meğer en çok arananlar listesindeymiş.” Bu öyküyü dinlerken dudağım uçukluyor. O gün bugün tanıştığım insanlara neredeyse ahiret soruları soruyorum. Ne iş yapar, ailesi nedir, buraya neden gelmiş, Facebook’ta hesabı var mıymış.. vs vs...
İnsanların özel hikayelerini buraya yazıp yazmama konusunda çekincem oldu önce... Kimilerinden izin istedim, kimilerini zaten yalnızca bir kez gördüm. Daha sonra isimlerini zikretmeden yazmaya karar verdim. Aklımda en çok yer edenleri, onların anlattığı gibi, aynen aktarıyorum:
***
“İtalya’nın küçük bir kasabasında, çiftçi bir ailenin oğlu olarak dünyaya geldim. Babamla birlikte çiftçilik yapıyordum. Tembelliğim yüzünden, iyi bir eğitim de almadım. Hep bulunduğum yeri terk etme hayali kurdum. 20’li yaşlarımın başında seyahat etmek için para biriktirmeye başladım. Ama çok uzağa gitmek istiyordum, mümkün olduğu kadar evden uzaklaşmak... Birkaç yıl para biriktirdikten sonra Orta Amerika’ya geldim. Aylarca oradan oraya gezip durdum. Partilere katıldım, içtim, eğlendim. Sonunda param tükendi elbet. Ama geri dönmek istemiyordum. O günlerde tesadüfen tanıştığım bir arı yetiştiricisine onunla çalışıp çalışamayacağımı sordum. ‘Tamam, ben sana işi öğretirim; zaten adama ihtiyacım var’ dedi. Beş yıldır onunla birlikte, ülkenin ortasındaki dağlık bölgede arı yetiştiriyorum. Yılın yarısında arı üretiyoruz. Ürünleri aldıktan sonra 6 ay boyunca rahatım, seyahat ediyorum. Bu işi çok sevdim ayrıca. Biliyor musun kraliçe arı yetiştirmek nasıl da eğlenceli birşey? Önce kovandan bir dişi alıyorsun, sonra böyle yatay değil de, dikey bir şekilde yerleştiriyorsun kovanlara....”
***
“Buraya ilk kez 15 yıl kadar önce Amerikalı misyonerlerle geldim. Rahibelerin kurduğu bir yetimhanede çalışmaya başladım. Çocuklarla ilgili çok şey öğrendim o yetimhanede. Ama katolik rahibelerin nasıl katı olduklarını tahmin edersin... Çok kötü şeyler gördüm, disiplin adına çocuklara neler yaptıklarına, onlara nasıl davrandıklarına inanamazsın. Açıkçası orada gördüklerim katolisizm konusundaki düşüncelerimi değiştirmeye başladı. Ben de birkaç yıl sonra Yehova Şahitleri’ne katıldım. Dindarlık konusunda giderek radikalleştiğimi düşünüyorsun değil mi? Ama öyle olmadı. İşte bugün, 15 yıl sonra bir ateistim. Sanırım din konusundaki en uçları yaşadığım için. Bazı tanıdıkların vasıtasıyla Amerika’da bir melek yatırımcı ile irtibata geçtim. Şansım varmış, bana inandı. Şimdi özel bir yetimhane işletiyorum. Buradaki çocukları da dinden uzak tutmaya çalışıyorum.”
***
“Amerikalıyım. İyi bir çocukluk geçirdiğimi söyleyemem. Evde sürekli şiddet ve dayak vardı. Zaten annem de babam da dar kafalı insanlar. Ben evdeki o korkunç hayata rağmen okumaya devam ettim. Oradan bir tek iyi bir eğitim alarak kurtulabileceğimi biliyordum. Ailemle kuramamış olduğum yakınlığı arkadaşlarımla kurmaya çalıştım hep. Üniversitedeyken kampüsteki en havalı partileri ben düzenlemeye bakardım. Bir süre sonra –güleceksin ama kendim kullanmamama rağmen- arkadaşlarım için uyuşturucu temin etmeye başladım. 21 yaşındayken bir gün arkadaşlara uyuşturucu getirirken polis beni yakaladı. Benim bir satıcı olmadığımı onlar da anladılar aslında. Israrla kimden aldığımı sordular. Biraz korku, biraz da ‘ispiyoncu değilim ben’ ısrarım yüzünden söylememekte direndim. Cahillik işte... Hapsi boyladım tabi. Üç yıl yattım içeride. Çok kötü şeyler gördüm, inanamazsın. Bazen oradan nasıl sağ çıktığıma ben bile inanamıyorum. Bir gün unutmuyorum, bir çocuk tacizcisi geldi. Hemen bellediler adamı tabi. Yemekhanede iki masa önümde, adamın boğazını kesiverdiler. Üstümüz başımız kan oldu... Tamam, daha detay anlatmıyorum, rengin döndü senin... 6 yıl oldu hapisten çıkalı, hala bunun gibi bazı olaylar rüyalarıma giriyor. Biliyorum çok derli toplu görünüyorum değil mi? Bu geçmişim yüzünden sanırım, hep giyimime özen gösteririm. Saç traşımı, boyumu posumu görenler hep ‘asker misin?’ diye soruyorlar bana. Hapisten çıkınca okulu dışarıdan bitirdim. Okuduğum mesleği yapmıyorum ama, kendime ait bir boyacı dükkanım var. Evleri, dükkanları falan boyuyoruz. Küçük de olsa bir ev yaptım kendime. İçerdeyken, hapisten çıkınca yapacaklarımı listelerdim sürekli. İş kurma, ev sahibi olma işini hallettim. Burada gönüllü olarak bir yetimhanede çalışıyorum. Boya ve tamirat işlerini yapıyorum. Gönüllü çalışmaya ve seyahat etmeye devam edeceğim. Topluma faydalı birşeyler yapabilmek benim için çok önemli. Beni yargılamadan dinlediğin için teşekkür ederim.”
***
“İngilizim ama beş yıldır Avustralya’da yaşıyordum. Avukatım. Çok büyük bir yatırım bankasında hukuk danışmanı olarak çalışıyordum. Hayatım boyunca çalıştım durdum, hep iyi bir öğrenci, iyi bir çalışan oldum. Zaman nasıl da akıp gidiyor değil mi, ne zaman 39 oldum inan anlamadım... Seni o kadar iyi anlıyorum ki... Ben de çok bunaldım iş hayatından. Ailem, arkadaşlarım, hepsi dedi ki: ‘Oğlum manyak mısın, kariyerinin en güzel yerinde, böyle iyi para kazanırken bu iş bırakılır mı!’. Ama inan o ofiste beş dakika daha kalmayı ruhum kaldırmıyordu artık. Bastım istifayı ben de. Önümüzdeki 6 ay boyunca Orta Amerika’da seyahat edeceğim. Daha sonra ne yapacağıma karar vermedim hala. Umurumda da değil açıkçası. İlk durak Antigua’ydı, şimdi aşağı doğru inmeye başlıyorum. İçimdeki ses diyor ki, artık herşey çok daha güzel olacak!”
***
“Tur rehberiyim. Bir sonraki kontratım iki ay sonraydı, ben de bu zamanı değerlendirmek istedim burada. Bir hayvan barınağında gönüllü olarak çalışıyorum. Çok seviyorum hayvanları. Biliyor musun, 90’lı yılların ortasında 3 yıl Türkiye’de Alanya’da yaşadım. İngilizler için bir acente işletiyorduk orada. Ahhh! Bayılıyorum ülkenize, abartmıyorum, Türk mutfağı dünyanın en güzel mutfağı! İş konusunda şanslı oldum hep. Çok da severek yapıyorum işimi. Tek derdim aşk oldu hayatta. Yıllar boyunca hep yanlış adamları seçtim sanırım... Beş yıl kadar önce, yine bir tur şirketinde çalışmak üzere İtalya’ya yerleştim. Orada küçük bir otel sahibi olan bir İtalyanla tanıştım. O 43 ben 42 yaşındaydık. İlk görüşte aşık oldum ona. O da benimle ilgileniyordu... İtalyan olduğu için çekindim biraz aslında. İtalyan erkekleri çapkınlıklarıyla ünlü biliyorsun. Bir ay kadar flört ettik, duygularında çok açık, çok romantikti. Sonra bir gün kaldığımız şehre uzak bir kentte iki haftalık bir tur işi aldım. Giderken öpüşerek vedalaştık. Ben uçağa binmeden önce son kez aradı, ‘Seni hayatımda istiyorum, dönüşünde yanıma taşınmaya ne dersin?’ dedi. Sevinçten havalara uçtum tabi. Uçaktan iner inmez aradım onu, ama cevap veren olmadı. Kapalıydı cebi... İki hafta boyunca ona ulaşamadım. Artık küfür mesajları atmaya başlamıştım, ‘sen ne dengesiz, ne biçim adamsın!’ diye. İki hafta sonunda artık benle dalga geçtiğine kani olmuştum. Havaalanına indim ve tesadüf bu ya, onun otelinde çalışan kızlardan birini gördüm. Beni görür görmez boynuma sarıldı. ‘Çok üzgünüm...’ dedi. O anda anladım ölmüş olduğunu.... (burada uzun bir sessizlik oluyor... ağlamaktan konuşamıyor...) Olduğum yerde yığılmışım. ‘Ben de neden gelmedin cenazeye diye düşündüm. Kimse sana haber vermedi mi yoksa?!’ Belki de çok yeni bir ilişki olduğu için, kimsenin aklına beni aramak gelmemişti. Yeni aldığı motosikletle bir tura çıkmış. Bir araca çarpıp oracıkta ölmüş. Ölümünün üzerinden beş yıl geçti. İki yıl boyunca depresyondaydım. Yıllar yıllar sonra, tam aradığım insanı buldum derken kaybettim. Hayat çok acımasız ama devam ediyor işte... Daha yeni yeni kendime geliyorum. İki yıldır bir erkek arkadaşım var. Ama onu ömrüm boyunca unutmayacağım. Depresyon sonrasında gönüllü çalışma işine iyice odaklandım. Bana iyi geliyor...”
Animas Perdidas (Kayıp ruhlar)
Bunlar gibi birçok hikaye daha duydum... Ama içlerinde özellikle bir tanesi var ki, bana ilham veriyor. Sanatın gücünü gösterdiği, bir aile dramından insanları birleştiren ve onlara yardım eli uzatan bir dinamik doğurduğu için. Tanışalı çok kısa bir süre de olsa “arkadaşım” diyebildiğim için mutluluk duyduğum, içtenliğine, duyarlılığına, güzel gülüşüne hayran kaldığım Monika Navarro’nun ve ailesinin hikayesi bu. Monika, Güney Kaliforniya’da doğup büyümüş Meksika asıllı bir Amerikalı. Tanışır tanışmaz, hemencecik kaynaşıverdik; kanımız ısındı birbirimize. Söylediğine göre Amerika’daki en yakın arkadaşı, kendisi gibi Amerika’da doğup büyümüş olan Ceylan isimli bir Türkmüş. Türk dostu diyorum ona bu yüzden... Blogumu anlayabilmek için Ceylan’dan İngilizceye çevirmesini isteyecekti. Bu bölümü özellikle çevirmesini rica edeceğim.
Monica bir film yönetmeni. İlk filmi Animas Perdidas yani Kayıp Ruhlar, eroin bağımlısı iki dayısının ABD’den sınır dışı edilmelerini ve bu gelişmeyle sarsılan aile yaşamlarını anlatan otobiyografik bir belgesel. İki dayısı da Amerika’da büyümüş olmalarına rağmen uyuşturucu bağımlılıkları ve hapse girmeleri gibi nedenlerle anavatanları olan, ama aslında onlara son derece yabancı bir ülkeye ‘geri’ gönderiliyorlar. İlk gönderilen dayıdan Meksika Tijuana’ya gittikten iki hafta sonra haber kesiliyor. Uzun arayışlar ve polis arşivlerindeki kimliksiz ceset fotoğraflarının teker teker taranmasından sonra bir otel odasında öldürülmüş olduğu keşfediliyor. Diğer bir dayı da yine eroin bağımlılığı nedeniyle kardeşi gibi sınır dışı ediliyor. Ardında Amerika’daki ailesini, çocuklarını bırakmak zorunda kalıyor. Bu trajik olaylar silsilesi ABD’de kalan Monica, annesi, kuzenleri ve diğer kardeşler için kanayan bir yara. Bir yanda babasız büyüyen ve ayakta kalmaya çalışan kuzenler, bir yanda kızgın, endişeli ama hasret çeken akrabalar. Monika bu filmi çekebilmek için ABD ve Meksika arasında mekik dokuyor, aile fertleriyle tek tek konuşuyor. Bu belgesel aileyi birbirine daha çok yakınlaştırırken filmin ulusal televizyonlarda gösterilmesinden sonra ABD’deki diğer bağımlı ailelerini de biraraya getiriyor. Bir terapi vazifesi görüyor neredeyse. Ayrıca göçmen ailelerin ABD'de büyümüş olsalar bile hala nasıl da "yabancı" kabul edildiklerinin bir belgeseli... Filmin başarısının ardından Monika yönetmenliğe devam ediyor ve önce Mexico Solidarity Network’ten bir burs kazanıp Chiapas Media Project’te sanatçı olarak görev alıyor. Şu anda ArtCorps bünyesinde sanatçı/gönüllü olarak Antigua’ya bir saatlik mesafede bir köyde, kadınların ve Maya yerlilerinin sesini duyuran bir radyoda çalışıyor, çalışanlara destek veriyor. ArtCorps, sanat yoluyla gelişimi destekleyen, kar amacı gütmeyen bir sivil toplum kuruluşu. Monika burada yerli ve kadın olduğu için ayrımcılığa maruz kalan kadınlarla birlikte. Radyo programlarının yapımına yardımcı olurken aynı zamanda onlarla ilgili filmler çekiyor. Guatemala televizyonlarında gösterilecek olan bu kısa filmler halen hükümet tarafından yasal olarak kabul edilmeyen yerel radyoların sesini duyurmayı amaçlıyor.
Henüz Animas Perdidas’ı izleyemedim. Yalnızca sitesindeki fragmanları görme şansım oldu. Yine de çok etkilendim izlediklerimden... Ve elbet Monika'nın anlattıklarından.. Bir süre seyahat ettikten sonra çalışmalarını görmeye ve filmi izlemeye Monika’nın yanına gideceğim. Şu anda yoğun bir şekilde 8 Mart Dünya Kadınlar Günü için hazırlık yapıyorlar. Monika, o gün ArtCorps bünyesinde kadınlara yönelik workshop’lar düzenleyeceklerini söyledi bana. Bir de ricada bulundu: “Birlikte çalıştığım kadınlarla senin de tanışmanı istiyorum. İçlerinde eski gerilla üyeleri, bekar anneler, çok parlak kadınlar var. Hepsi projelere katılım konusunda çok istekli ve heyecanlı. Sen de 8 Mart’ta bize katılıp onlara bir dans workshop’u verir misin?”
“Sözüm söz, kıtanın neresinde olursam olayım 8 Mart’ta yanınızdayım” dedim. Eminim onlarla geçireceğim bir gün ve Monika’nın çalışmalarını izledikten sonra, buraya yazacak daha çok fazla konum olacak. O zamana kadar sizler de filme ve ArtCorps’un çalışmalarına bir göz atın. Dostlukla!
“Sözüm söz, kıtanın neresinde olursam olayım 8 Mart’ta yanınızdayım” dedim. Eminim onlarla geçireceğim bir gün ve Monika’nın çalışmalarını izledikten sonra, buraya yazacak daha çok fazla konum olacak. O zamana kadar sizler de filme ve ArtCorps’un çalışmalarına bir göz atın. Dostlukla!
ya ama bu başlık çok tahrik edici oldu :)))
YanıtlaSilUmarım içeriği de tahrik edici olur Bilgecim:)
YanıtlaSilniye bilmiyorum, çok hüzünlendim hikayelerden...oysa belki de sevinmek lazım, yine de hayatı bir ucundan yakalamaya çalıştıkları için...şimdi de niye hepimiz bir şeylerden kaçmak istiyoruz diye kara kara düşünüyorum....sen biliyor musun?
YanıtlaSilbu arada tabii bu kadar düşüncelere dalmam kaleminin çok iyi hikaye etmesi. ellerine sağlık güzel paylaşımlar için!
Aynen Canım, içerik çok daha fazla etki yaptı tahmin edeceğin gibi:) Seni ve bizimle hikayelerini paylaştığın tüm arkadaşlarını tebrik ve takdir ediyorum kendinize ve yapabileceklerinize olan inancınızdan dolayı. 8 Mart'ta orada olabilmeyi çok çok isterdim o coşku, inanç, heyecan ve paylaşımı yaşamak için. İnan kalbim ve aklım sende. Bize oralardan bildirmeye devam et lütfen. Sevgiler taaa en derinden :) XO
YanıtlaSil