8 Mart 2011 Salı

Maya medeniyetinin Meksika durağı: Palenque



San Cristobal'den sonra yönümüzü Meksika'daki meşhur Maya harabelerinin bulunduğu Palenque'ye çevirdik. Beş saatlik bir otobüs yolculuğunun ardından varabildik Palenque'ye. Yol boyunca yine bir sürü askeri barikatla karşılaşıyoruz, birkaç kez otobüsümüzü durdurup gelişigüzel kimlik taraması yapıyorlar. İndiğimizde kasabaya şöyle bir bakıyorum da gözüme çok sevimsiz görünüyor.
Daha önce San Cristobal'de broşürlerini gördüğümüz Yaxkin isimli hosteli aramaya başlıyoruz. Terminalin yanında tezgah kurmuş olan portakal suyu satıcısı kasabanın girişindeki meydana doğru yürümemizi, sonra büyük Maya insanı heykelinin yanından sağa dönmemizi söylüyor.Sırtımızda ağır çantalarla, yapış yapış sıcakta, kazılıp delik deşik olmuş yollarda yürümek tam bir eziyet. Yürüdükçe Palenque'nin daha da sevimsiz olduğunu düşünüyor, etrafımdaki gecekondudan bozma evlere, ağaçsız, çıplak yollara, insan kalabalığına bakıp 'neden geldik ki buraya' diyorum. 
                                           Palenque meydanındaki Maya hükümdarı Pakal anıtı
Garip bir şekilde, heykelden sağa döner dönmez sanki başka bir yerde buluyoruz kendimizi. Sağlı sollu palmiye ağaçlarıyla kaplanmış yollar, bahçe içinde şirin pansiyonlar, küçük oteller çıkıyor karşımıza. Ağaçlar ve sarmaşıklar öylesine ulu ki bir anda gölgede yürümeye başlıyoruz. 500 metre sonra geniş bahçesi ve küçük bungalov evleriyle Yaxkin karşımıza çıkıyor. Odamız da çok geniş; üç kocaman yatak, büyük bir banyo, ortada futbol oynanacak kadar geniş bir alan... Yerleşince resepsiyonun üzerindeki terasa çıkıp birer soğuk bira söylüyoruz. O esnada terasta bir grup turist meditasyon ve yoga dersleri alıyor. 
Yaxkin çok güzel ama kasabadan hiçbirimiz hoşlanmadık. Ertesi gün Maya piramitlerini görüp yola devam etmeye karar veriyoruz.
Kavurucu sıcak hafifleyince akşam yemeği yiyecek bir yer aramaya giriştik. Resepsiyondaki şaşkın bakışlı çocuk bize en yakındaki tacos restoranını tarif etti. Küçücük kasabada gideceğimiz yer çocuğun tarif ettiği kadar karmaşık değildir herhalde diye düşünüyorum. İspanyolcamız mı yeterli değil, çocuğun biraz zekası mı düşük diye kendi aramızda söylene söylene yürüyoruz. Sokakta adres sorduklarımız da çok yardımcı olmuyorlar. Sonunda tacos lokantasını bulduk. Beş altı tane tavuklu tacosu bir solukta mideye indirdim. Bu arada lokantada çalışan garson kız nemrutun teki. Arkadaşların istediği sos ve ketçapları neredeyse kafamıza fırlatacaktı.
Birkaç kişiyle tüm Meksikalıları genellemek istemiyorum ama, San Cristobal’de kaldığımız hostelde tanıştığımız Meksikalı Victor da, çok agresif ve kaba bir adamdı. Guatemalalılar, Meksikalılardan genel olarak hoşlanmazlar. Onları kaba ve agresif bulurlar. Acaba haklılar mı diye düşünmeden edemiyorum. Guatemala’da yolda yürürken yanlışlıkla kolunuza çarpan biri mutlaka pardon der, masadan kalkılınca ‘izninizle’ derler, yolda hiç tanımadığınız insanlar, eğer çok yakınınızdan geçiyor ve sizinle göz temasında bulunuyorlarsa mutlaka “günaydın, iyi günler” diyerek sizi selamlarlar. Meksika’da bunu deneyimlemek ne yazık ki mümkün değil.
Neyse, midemiz dolu bir şekilde odamıza döndük. Arkadaşlar önce terasa dönüp birşeyler içmeyi önerdi; ben de odaya uğrayıp yanlarına geleceğimi söyledim. Odamıza vardığımda, ışığı açar açmaz, sağda duvar kenarındaki yatağın yanında siyah bir kıpırtı gördüm. Nedir diye bakmaya çalışırken siyahlık yatakla duvar arasında kaybolup gitti. Herhalde bir kertenkeledir diye kendimi avutmaya çok da üzerinde durmamaya çalıştım. Yanlarına gittiğimde arkadaşlarım da jungle’da fazla vakit geçirmekten stres yabani hayvanlar konusunda stres küpüne dönüştüğümü iddia ettiler. Sonuçta burası tarantula örümceklerinin, yılanların, timsahların memleketi.... Nasıl bu kadar hafife alıyorlar anlamıyorum...
Belki de biz Türkler çok yabanıl hayattan çok uzakta, çok endişeli tipleriz. Birkaç hafta önce Semuc Champey’de kaldığımız otel odasında, gece yarısı uyandığımda yatağımın bitişik olduğu duvarda kocaman siyah bir örümcek görmüştüm. Yan yatakta uyuyan Amerikalı arkadaşa, “Uyansana! Duvarda kocaman siyah bir örümcek var” diye bağırdım. Arkadaşımın cevabı şu oldu: “Sabah hatırlatsana uyanınca bir fotoğrafını çekeyim...” Sonra istifini bozmadan uyumaya devam etti. Ben de ne yapayım; çektim battaniyeyi kafama tırsa tırsa uyumaya zorladım kendimi.
Odaya döndüğümüzde ben artık bana gülmesinler diye çaktırmadan sağa sola bakınıyorum, odada hiçbir hayvan haşarat göremiyorum. Karaltıyı gördüğüm yatağın sahibi Scott, gülerek kendini yatağa atıp, beş dakikada horlamaya başlıyor.
Sabah her zamanki gibi herkesten erken kalkıyorum. Arkadaşlar uyanmadan gazetelere göz atıp, birşeyler karalıyorum. Öğlene doğru Maya piramitlerine doğru yola çıkacağız. Kahvaltıya çağırmak için odaya geri döndüğümde, kapıyı açmaya çalışırken içeriden “oohhh, what the fuck?!”, “holly shit!” bağırtılarını duyup içeri daldım. Scott uyumadan önce yere attığı şortunu giymeye çalışırken bacağı gıdıklanmış. Bir de bakmış ki kocaman siyah bir akrep bacağında yürüyor! İki koca adam yataklarının üzerinde bas bas bağırıp tepinirken ben belli bir mesafeden, kapıdan doğru onları izleyip kahkahayı basıyorum. “Son gülen iyi gülermiş” atasözümüzü ileriki saatlerde anlatıyorum kendilerine. Onlar 10-15 dakika akreple zorlu bir mücadele veriyorlar. Kalın gezi kitabım “Lonely Planet”ın yardımlarıyla akrep birkaç parçaya bölünüyor.  
Kahvaltı sırasında resepsiyondaki şaşkına “Odamızdan akrep çıktı. Normal mi bu, temizlerken odalara bakmıyor musunuz?” diyecek oluyorum, çocuk şöyle cevap veriyor: “Burası tropikal ormanlık alan hanımefendi. Yüzüm büyüklüğünde örümcekler var bahçemizde, akrep ne demek. Merak etmeyin sokarlarsa hastanede hemen aşı yapılıyor.”
“Akşam şu terastaki meditasyon grubuna katılıp sakinleşmeye çalışacağım” diyorum arkadaşlara, kararımı yerinde buluyorlar. 

Palenque harabelerine gitmek için yine kasabanın meydanına gidip, “collectivo” dedikleri bizim minibüs ya da dolmuşların ayrı bir versiyonu olan araçlara biniyoruz.  Ormanlık alana doğru yirmi dakika kadar ilerledikten sonra, ulusal parkın önünde iniyoruz. Niyetimiz burada bir rehber kiralamak. Bir anda üzerimize satıcılar, rehber ister misiniz diyen yerliler saldırıyor. Sonunda kenarda küçük bir kulübe gözümüze ilişiyor. İçeride hoş bir Meksikalı bayan oturuyor. Kendisi İngilizce rehberlik yapıyormuş. Birlikte parka giriyoruz. 
                           Rehberimizin elindeki bu deri işlemenin aslı diklemesine bir resim. Hükümdar Pakal'ın 9 kat yer ve 13 kat gök arasındaki tanrı konumunu gösteriyormuş. Bazı komploteorisyenleri resme yan bakıp uzay gemisine benzetiyorlarmış... 

Palenque Maya harabeleri, Meksika Yucatan bölgesinin en önemli arkeolojik kalıntılarından biri kabul ediliyor. Buradaki piramitler ve yapılar, klasik dönem Maya kültürünü yansıttığı için önem taşıyorlar. Rehberimizin anlattığına göre MS 800’ler civarında kent, hükümdar Pakal zamanında en görkemli zamanlarını yaşamış.  Buradaki mimari, daha önce Guatemala Tikal’de gördüğümden oldukça farklı. Tikal’deki piramitler çok daha yüksek ve sadeydi. Palenque’dekiler ise daha kısa ama daha çok işlemeye, hiyeroglif ve resimlere sahipler. Palenque harabeleri içerisinde, Pakal ve annesinin mezarlarının bulunduğu piramit, saray kompleksi, yönetim binası, hamamlar ve birkaç büyük tanrıya adanmış olan piramitler ziyarete açılmış.
Hükümet görevlilerinin toplandığı ve önemli kararların alındığı sarayın arkasındaki büyük avlunun etrafına, çevredeki düşman ya da rakip Maya devletlerinden savaş sırasında esir alınan prenslerin resimleri  işlenmiş. Bir gurur tablosuymuş bu onlar için. Ama klasik dönemden önceki dönemlere uzanan Tikal harabelerinin aksine Palenque’de, kurban ritüelleri ya da taşlarına ait kalıntılara rastlamıyoruz. Rehberimizin söylediğine göre Palenque, siyasi karışıklıklar ve kıtlık nedeniyle İspanyollar Orta Amerika’ya varmadan çok önce yıkılmış. 

Ben artık Guatemala sempatizanı olduğumdan mı, Tikal’in beni büyüleyen yağmur ormanları içinde, sık ağaç ve bitki örtüsüyle kaplanmış olmasından mıdır nedir, Palenque’den o kadar etkilenmiyorum.   Oysa çok ihtişamlı, görkemli mimari yapılar bunlar. Hem gün yüzüne çıkarılabilmiş Palenque harabeleri tüm şehrin yalnızca yüzde 10’u imiş. İleride, ormanın daha yoğun olduğu alanlarda bine yakın binanın daha bulunduğu söyleniyor. Ama işte... nerede Tikal’de ormanın içinde yaptığımız 3,5 saatlik yürüyüş, nerede yarım saatlik Palenque turu... Ha bir de siz siz olun, harabeleri gezmeden bir gece önce tacosları çok kaçırıp mideyi bozmayın; kıvranarak tur almak da çok keyifli olmuyor.     

3 yorum:

  1. neyse resimlerine baktıktan sonra yazını okumak içimi rahatlattı :) Demek herşey buz gibi bira ve deniz, palmiyeler kadar basit değilmiş. örümcekler, akrepler ve eminim sayamadığın niceleri! :)

    YanıtlaSil
  2. Anlasilan, yorumu yanlis tarihli yazina gondermisim. Bir daha ve -dogru oldugunu sandigim- son yazina 'yapistiriyorum' :

    Selam!
    Bir izleyenim (ki, seni de izleyen) adresini gonderdi; Guatemala'ya girmeden once. Sayfana girdigimde gordum ki, seni 1 hafta kadar geriden takip ediyorum. Biraz hizli, ama... Mevkim, San Cristobal de Las Casas. Palenque (hani 'kara akrep' var ya) , Emiliano Zapata, Bonapak, Laguna Miramar, Ixcan ve Tapachula cemberini tamamladiktan sonra Guatemala'dayim. Oradan da hizli bir gecis (Antigua'yi icine alan birkac gun) yapacagim, Honduras'a. ...ve sonra da, daha guneye. Olur a, bir yerlerde karsilasiriz belki. Yollar cakisiyorsa, haber et.
    Kolay gelsin.
    Ali Eric
    www.istanbul2istanbul.com

    YanıtlaSil
  3. Ali merhaba,
    Web sitenden sana bir mail atıp, mail adresimi gönderdim. Umarım ben istanbula dönmeden görüşebiliriz. Sevgiler,Beliz

    YanıtlaSil