12 Ocak 2011 Çarşamba

Bir ömre bedel çocuklarım


On gün kadar önce ufaklıkların öğretmeni Isabel işi bıraktı. İki ve üç yaşındaki onbeş çocuğa bakıyordu Isabel, Renny ve ben de ona yardım ediyorduk. Maaşına zam istediğini ama alamadığını, başka bir iş arayacağını söyledi. Aylık maaşı 1600 quetzal imiş, yani yaklaşık 200 dolar! Tamam burası ucuz bir yer ama, bizim standartlarımıza göre... 200 dolarla da yaşanmaz ki! Bir de tek başına çocuk büyütüyor. Hak verdik ona tabi, daha iyi bir iş bulabilmesini dileyerek veda ettik. Artık başka bir yerde çalışmak istemediğini, özürlü çocular için köylerden birinde anaokulu açmaya çalışacağını söyledi. Aslında bunu bir iki yıl içinde planlıyordu ama beklemeye neden olmadığını düşündü sanırım. Hayallerini gerçekleştirebilmesi adına onun için dua ediyorum.
Isabel’in ayrılışının ertesi günü bizi buradaki yetimhaneye yerleştiren Maximo’nun yöneticisi Brittany  aradı. Gülerek “Terfi ettiniz! Ama hiç para almayacaksınız tabi ki!” dedi. Yetimhanenin yöneticisi arayıp çocukların sorumluluğunu alıp alamayacağımızı sormuş. Seve seve kabul ettik, bu şekilde resmi olarak öğretmenleri olarak atanmış olduk.
Bir sonraki gün Semillas’a gittiğimde biraz tedirginim. Daha önce çocukları yıkamak, altlarını değiştirmek vs gibi zorlu işlerin hepsini Isabel üstleniyordu. Şimdi ikimiz çocuklarla baş başa kaldık. Isabel’in burada olduğu zaman zarfında çocukları çok şımartmışız. Yaramazlık yapıp ondan kaçtıklarında bizim kucağımıza atlıyorlar, Isabel’in kullanmalarını istemediği bir oyuncağı alamadıklarında gelip gizlice bizden istiyorlar. Biz de bir dediklerini iki etmiyoruz. Bize hep söylüyordu Isabel, “bu kadar şımartmayın çocukları, kontrolü kaybedersiniz” diye. Gittiği gün haklılığını anladık.
İlk bir hafta disiplini sağlamaya çalışmakla geçti. Yatakhanede, sınıfta bir patırtı, bir bağırış... Ara ara sinirlerimiz çok geriliyor Renny’yle, sırayla birbirimizi sakinleştirmeye çalışıyoruz. Ama şimdi artık onları çok daha iyi tanıdığıma, daha fazla yardımcı olduğuma inanıyorum. Çocuklar daha bu kadar ufakken nasıl da karakterleri yerli yerinde, her biri nasıl da şahsına münhasır bazen şaşıyorum.
Tombik ama güzel suratlı Carolina mesela mızmızın teki. Bütün oyuncakları kendi almak kimseyle de paylaşmamak istiyor. Dört oyuncağın birini elinden al, hemen başlıyor ağlamaya... Eşyalarını paylaşmayı öğrenmesi için epey çaba harcıyoruz.

                                           Carolina noel yemeğinde
                                           Victoria hediyesini açarken


Victoria’nın tek gözü biraz şaşı, gözlerinin içine bakınca insanın başı dönüyor. Ama çok şeker bir kız, her sabah beni görünce kucağıma atlıyor, yanaklarımı ellerinin arasına alıp öpücük veriyor. Biraz yalan söyleme huyu var ne yazık ki, sırf onunla ilgilenelim diye "tuvalete gitmem lazım, üşüdüm üzerime birşey giydirin" diye palavralar sıkıyor ama artık onu iyi tanıyoruz. "Hırkamı yatakhanede unuttum" diyor geçen gün, "doğru mu söylüyorsun yoksa yalan mı?" diye soruyorum. Saftirik, gülerek "yalan söylüyorum" deyip yeniden oynamaya dönüyor.  
Marcos ve Christian aralarındaki en akıllı çocuklardan, bu yüzden de bütün cinlikler onlardan çıkıyor. İkisinin de göz ucuyla bizi kollarken gizlice eşyaları karıştırma, teybi kurcalama, başkasına ait bir eşyayı yürütme gibi huyları var. Ama Marcos müziğe karşı çok duyarlı, güzel bir melodi duyduğu zaman herşeyi bırakıp uslu bir çocuk oluyor. Elimden çekip “dans et benimle” diye sınıfın ortasına sürüklüyor. Onu sürekli müzikle meşgul etmeye çalışıyoruz. Christian ise okumaya meraklı. Güzel resimleri olan bir masal kitabı bulduğu zaman köşeye çekilip okuyormuş gibi yapıyor sessizce. Dudaklarını oynatıp gözlerini kocaman açıyor. İnanılmaz sevimli bir şey. Bir de nedense tuvalete giderken çok neşeli. Elimden tutup seke seke banyoya koşuyor, tuvalete oturduğu zaman oradan ayrılmamı istemiyor. Başlıyor konuşmaya, “Şu anda çiş yapıyorum, bir dakika galiba kaka da yapıcam. He heey, üç tane yaptım!” Bir de donundaki desenleri tarif etme huyu var.  “Bak ne güzeeel!” dedi bugün, “Yaa futbol ve basketbol topları” dedim. “Hayır, küçük tatlılar onlar” diye cvap verdi. Canı tatlı istedi sanırım.      

                                           Edison kemerime saldırırken


Edison ve Justin ikizlerimiz. İkisini de aynı aile evlatlık almış ama bir süre önce Guatemala yasaları değişince yetimhaneye geri dönmek zorunda kalmışlar. Justin güzel yüzlü, sessiz bir oğlan. Bırak bir köşede kendi kendine saatlerce oynar. Edison ise tam tersi, düz duvara tırmanan cinsten. Onun da nedense aksesuarlara karşı bir ilgisi var. Her sabah beni gördüğü zaman önce pantolonumu kontrol ediyor acaba kemer takmış mıyım diye. Eğer bende bulamadıysa “Renny’de var mıdır?” diye soruyor. Baktı kemer yok, eldiven soruyor... Böyle bir çocuk... 

                                           Juanito ortada sarı kazaklı...


Juanito aslında içlerinde en büyüklerden biri ama minicik kavruk bir oğlan. Tavşana benzetiyorum ben onu çıkık ön dişleri yüzünden... Çok sevimli birşey ama sürekli altına kaçırıyor. Sonra da çok utanıp ağlamaya başlıyor. “Tuvalete gitmek isteyen var mı?” diye sorduğumuzda herkesin sesi çıkıyor ama baktık Juanito’dan hiçbir zaman ses çıkmıyor. Geçen gün kucağımda otururken sağolsun üzerime işedi; uzun uzun konuştum onunla, çişin geldiği zaman söyle bana birlikte gidelim diye. Neyse ki geçen gün söyledi, ben de çok sevindim, tezahüratlar eşliğinde tuvalete gittik. Yalnız Juan’ı klosete oturturken birden ağlamaya başlıyor, “İçine düşmek istemiyorum, çok korkuyorum” diyor. Birkaç gün önce sabah yetimhaneye geldiğimizde Juanito’yu bileklerinden yatağının kenarına bir iple bağlanmış olarak bulduk. Akşam onlarla birkaç bakıcı kalıyor, çoğunluğu aşağıda Parramos köyünde yaşayan yerliler. Biz sabah geldiğimizde onlar da evlerine dönüyorlar. Yavrum ağlamaktan gözleri şişmiş, kaç saattir o şekilde duruyorsa durumu kabullenmiş gibi yüzü asık önüne bakıyor. Çocuğu o şekilde görünce sinirlerim bozuldu. Hemen bakıcılardan birine gidip “bu nedir böyle?!” diye bağırdım. “Aaa çocuklar oyun yapıyorlar birbirlerine bazen, onlar yapmıştır” gibi baştansavma bir cevap verdi, koşup düğümü açmaya başladı. Ama Renny de ben de eminiz ki iki yaşındaki çocuklar birini bu şekilde bağlayamaz. Anladık ki birileri çocuk altına kaçırıyor diye işkence gibi cezalar veriyor. Neyse ki durumu yöneticilere ilettik de akşam başlarında durması için bir öğretmen buldular. Amerikalı orta yaşlı bir kadıncağız. O geldiğinden beri içimiz biraz daha rahat. 

                                          Sol öndeki elbette Dulce :)  Yanında Christian


Bir tane de Dulce’miz var. Dulce, İspanyolca da “tatlı” demek. İsmi gibi tatlı bir kız aslında ama diğerlerine göre biraz “değişik” bir çocuk diyelim. Sert ve donuk bakışlı Dulce daha burada ilk çalışmaya başladığım zaman dikkatimi çekti. Yahu ne biçim bir çocuk bu, diğerleri gibi gülücük atmıyor, yüzünde sürekli korku filmi izliyormuş gibi bir ifade var... Acaba birşeylerden mi korkuyor, mutsuz mu diye bakıyorum, yoo kızın normal hali böyle. Kendi kendi oyuncaklarıyla oynuyor, çocuklarla da ilişkisi iyi, ama suratta zarre mimik yok. Aynı şey Renny’nin de dikkatini çekmiş ki bir gün yanıma gelip diyor ki: “Dulce’nin yüzüne dikkat ettin mi? Bazen korkuyorum, bakamıyorum gözlerine. Katil bebek Chucky gibi bakıyor, sanki aniden bir bıçak çıkarıp karnıma sağlayacak gibi!” Renny’ye çok gülüyorum, o günden sonra sürekli Dulce suratı yapıp duruyoruz birbirimize. Öyle ki artık evdekiler bile durumu biliyor, birşeylere kızıp sinirlenince tüm ev ahalisi Dulce suratı yapıyor.
Geçen hafta Isabel’in yokluğunda çocuklara banyo yaptırma işi başa düştü. Bizimkilerden büyük çocuklarla gönüllü çalışan Jaime ve Lauren’dan yardım istedik. Onlar minikleri bahçede oyalarken biz de ikişer ikişer  yıkamaya giriştik. Ne yazık ki yetimhanede sıcak su yok, çocuklar buz gibi suyla banyo yapmak zorundalar. Her ne kadar sıcak su işini çözmeleri için yetimhane görevlilerinden yardım istediysek de bir türlü beceremediler. Tabi çocukları zaptetmek çok zor, bulduğumuz küçük plastik cikleyen bir ördekle onları oyalamaya çalışıyoruz. “Bak bak nasıl da yıkanıyor ördekciiik, gel birlikte yıkayalım” diye kandırmacalar ve büyük mücadelelerle on sekiz tane çocuğu yıkıyoruz. Çoğu bu numarayı yutuyor, titreye titreye yıkanıyor garipler. En çok Christian ağlıyor yazık, “sıcak su istiyoruuummm!” diye avaz avaz. Onları yıkarken ellerim donuyor, ağlıyorlar diye ciğerim yanıyor.
                                          Isabel onları yıkarken bizim hayatımız kolaydı...
Sıra Dulce’ye geldiğinde Renny eline ördeği alıyor, birkaç kez öttürüp ilgisini çekmeye çalışıyor. Her zamanki gibi banyo yaparken de diğerlerinden farklı. Sadece  Dulce ördekten korkuyor, geri geri kaçmaya başlıyor. Zor bela küvete sokup suyu açıyorum, buz gibi su ayaklarına değmeye başlayınca neşeyle gülmeye başlıyor. Bana mısın demiyor soğuk su çocuğa... Birbirimize şaşkınca bakıp kahkahayı basıyoruz. Ördekten kork, soğuk sudan korkma...

4 yorum:

  1. yafu, oralar sıcak değil mi? bir depo yapsalar da yıkanırken depodan su alınsa, en azından ılık olur de mi? çok üzüldüm...

    YanıtlaSil
  2. Dulce en baştaki resimde de yer alan en arkada tek duran turunculu kız değil mi?

    YanıtlaSil
  3. Hayır değil, Darly o, evet ama buradan bakınca Dulce gibi çıkmış:)

    YanıtlaSil
  4. edison büyüyünce fetiş fetiş coşacak bence :) benim favorim Christian oldu. Seviyorum onu taaaa buralardan.
    Dulcecik... ne diyeyim bilemedim ki...seri katil olmaması için dua edelim bari.

    YanıtlaSil