21 Şubat 2011 Pazartesi

Nehirlerden göle, gölden Karayiplere...



Rio Dulce, İspanyolca’da tatlı nehir anlamına geliyor. Izabal gölünün tam ortasındaki bu köy  Guatemala’nın rivierası... Biraz karışık geliyor kulağa biliyorum;  gölün kenarında nehir ismini taşıyan bir köy... Zira Izabal, birkaç nehir kolunun okyanusa ulaşmadan önce birleşerek oluşturduğu büyük bir göl. Bu  gölün Karayiplere uzanan noktası yeniden daralıyor ve Izabal’ı bir tarafı ırmaklara bir tarafı okyanusa açılan bir göl haline getiriyor. Rio Dulce’den sonra, Karayipler kıyısında yer alan Livingston şehri, Guatemala’nın Belize’ye en yakın noktalarından biri. Rio Dulce’den bineceğiniz bir tekneyle Belize’deki adalara ya da aşağıya Honduras’a seyahat etmek mümkün. 
 
Ülkenin zenginlerinin Rio Dulce’de mutlaka bir evi ya da teknesi bulunurmuş. Bir de Amerikalı ve Kanadalı yat sahiplerinin uğrak yeri. Söylediklerine göre, Rio Dulce Karayip sahillerinde yatlar için en güvenli sığınaklardan biriymiş, o nedenle her yer lüks yatlar, katamaranlarla dolu.
Lanquin ve Semuc Champey’den sonra Rio Dulce’ye ulaşmak beş saatimizi aldı. Şoförümüz Rio Dulce’de herhangi bir banka ya da ATM olmadığı için önce Izabal gölünün başladığı nokta olan El Estor kentinde durdurdu bizi. İyi ki de para çekmişiz, Rio Dulce’ye varınca öğrendik ki buralarda kredi kartı kullanmak pek de makbul değil. Hem ülkenin zengin mekanı, hem de kredi kartı kabul edilmiyor... açıkçası ben de anlamadım. 






Rio Dulce’nin ana limanında, önceden methini duyduğumuz ve yer ayırttığımız Casa Perico’dan gelip bizi alacak olan tekneyi beklemeye başladık. Elbette kırk dakikaya yakın bekledikten sonra teknemiz hala gelmemişti. Elbette diyorum, çünkü Orta Amerika’da otobüslerin, teknelerin, kısacası tüm hizmetlerin inanılmaz yavaşlığına alışmanız, aksini beklememeniz gerekiyor. Ama biz Casa Perico’nun sahiplerinin İsviçreli olduklarını öğrendiğimizde belki biraz daha hızlı gelebileceklerini düşünmüştük. Anlaşılan onlar da buranın kültürüne ve iklimine ayak uydurmuşlar. Tropikal sıcakta kırk dakikayı devirdikten artık dayanamayıp hosteli arıyorum. Neyse ki konuşmamızdan 15 dakika sonra bizi almaya geliyorlar. 7-8 kişilik küçük motorlu bir tekneye doluşuyoruz. Gölün etrafı palmiyeler, damları bambu yapraklarıyla örtülü şık evler, masmavi bir gökyüzü ve rengarenk kuşlar bizi selamlıyor. Neredeyse her evin önünde birer ikişer yat olması dikkatimi çekiyor. Üstelik yatlar için yanları açık, tavanı kapalı büyük garajlar da yapmışlar. Biraz komiğime gidiyor açıkçası, görmemişin yatı olmuş diye düşünüyorum. 

Gölün El Gofete bölümüne bağlanmadan önce daralan boğazına yaklaşmadan önce, solumuzda uzanan nehir kollarından birine doğru dalıyoruz. Bu dar kollar ağaçlar ve sarmaşıklarla öylesine kaplı ki neredeyse güneş almıyor. İlerledikçe nehir, bir bataklığa benzemeye başlıyor, üzerinde garip böcekler, ömrümde görmediğim kuşlar, ağaçlara tırmanan kertenkele-iguana benzeri hayvanları görüyoruz. Bu geniş nehir kolundan bir başka küçük kola, oradan başka bir kola daha sapıyoruz ve birkaç dakika içinde karşıda Casa Perico’nun bambu yapraklı damını ve iskelesini görüyoruz. 






İskeleye çıkar çıkmaz Casa Perico’nun ahşap, iki katlı ana binasının, etrafı açık ilk katına ulaşıyoruz. Bu katı çevreleyen taraça birkaç ahşap masa, şemsiyeler, büyük bir bardan oluşuyor. Ana binanın üst katında iki küçük oda ve yatakhane var.  Aslında Casa Perico, nehrin kenarında olmasına rağmen neredeyse bataklık diyebileceğimiz yarı kuru yarı ıslak bir zemine yapılmış. Büyük ahşap direkler, ana binayı çevreleyen birkaç uzun iskeleyi birbirine bağlıyor. İskelelerin sonunda da yine ikişer katlı küçük bungalovlar oda olaak kullanılıyor. Biz birkaç kişi, altlı üstlü bir bungalova yerleştik. 

Benim yerleştiğim oda bungalovun alt katında, önünde kocaman bir taraçası, ahşap masası, sandalyeleri ve renkli bir hamağı var. Odanın önünde ve solundaki pencerelere cam yerine ince bir tel gerilmiş. Yataklarımızın tepesinde de cibinlikler takılmış. Odaya bayılıyorum ama etraftaki börtü böceği düşünmeden de edemiyorum. Neyse ki gelmeden önce önlemimizi aldık, sıtma haplarımızı yutmaya başladık.
Burada göle girip serinlemeye çalışmak pek tekin görünmüyor. Ama dinlenmek, gölde tekne turuna çıkmak, balık tutmak, dinlenmek için mükemmel bir mekan. Nehirde ve mağaralarda boğuştuktan sonra Rio Dulce bize çok sakin ve güzel geliyor. Sabahtan akşama kadar kitap okuyup tembellik ediyoruz. Üçüncü günden sonra “Bari bir gün yüzüne çıkalım, bir tekne turu alıp etrafı görelim” diyoruz.
Rio Dulce’nin en meşhur noktalarından biri olan San Felipe surlarına doğru yola çıkıyoruz. San Felipe, 1500’lü yıllarda Karayip korsanlarından korunmak için inşaa edilmiş. Casa Perico’dan San Felipe’ye ulaşmak için, gölün en yakın iki yakasını birbirine bağlayan büyük köprünün altından geçip El Estor yönüne doğru ilerliyoruz.

Yemyeşil bir burnun ucundaki San Felipe, bizim surların yanında minyatür görünüyor ama mimarisi çok sevimli. Bu burnu ulusal park ilan etmişler. Parkın içinde küçük çay bahçeleri, restoranlar, küçük plajlar ve bir de eski mezarlık bulunuyor.  Surlar öylesine küçük ki bir rehber almaktan vazgeçiyor, elimizdeki borşürleri okuyarak kendi kendimize dolaşıyoruz. Gölün manzarası ve tekneler buradan çok güzel görünüyor. Surlardaki turumuzdan sonra gölde yüzme sevdasıyla plajlara doğru koşuyoruz ama göl burada da çok kirli. Üstelik tam bir halk plajı. Piknik yapanlar, bulaşıklarını sahilde yıkayanlar bizim pijamalı tüplü halkımızı aratmıyor.
Sükut-u hayale uğrayıp bari mezarlıkları gezelim diyoruz.  Doğrusu mezarlıklar ulusal park ve surlardan daha renkli geliyor. Yeniden Casa Perico’ya tembellik yapmaya geri dönüyoruz.
     

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder