Yetimhaneye gittiğim her gün, “İşte hayal ettiğin şey buydu, buyur bakalım” diyorum. Şimdiye kadar çocuklara derin bir sempati duymadım. Kıymet verdiğim dostlarımın, gayri ihtiyari ve taraflıca sevimli bulduğum çocuklarını, uzaktan sevmekle yetindim. Aslında buraya gelirken gönüllü olmayı tercih edebileceğim pek çok farklı proje vardı; tarihi binaları restore etmek, okul inşaatında çalışmak, dil öğretmek, huzurevinde çalışmak, insan hakları adına gazetecilik yapmak gibi... Gelirken kendime şöyle dedim: “Madem bu işe giriştin, kendini sonuna kadar zorla ve sana en uzak olan ve en insani bulduğun projeyi seç.” Sonunda kendimi Semillas’da buldum.
“Eli öpülesi analar” edebiyatına girmeyeceğim, ama bir çocuğa bakmak, onun ihtiyaçlarını gidermek, yedirmek, içirmek, doyurmak, tuvalete götürmek, hayatı öğretmeye çalışmak, onunla oynamak nasıl zorlu bir işmiş şimdi anlıyorum. Sadece biriyle ilgilenip sevgi ve ilgi vermeye çalışmak bile başlı başına bir işken otuzbeş tanesiyle hakkaniyetle ilgilenmeye çalışmak kadar yorucu bir şey yok. Manen yorucu, çünkü birkaç ay sonra onların hayatından çıkıp gideceğim. Ben gittiğimde çok üzülecekler, benim gibi başka ablaların gelmesini bekleyecekler. Bu suçluluk duygusunu insan üzerinden atamıyor. Bu gerçeği göz ardı ettiğimde bile, her gün “hepsiyle eşit oranda ilgilenebildim mi, bugün şu çocuğu ihmal mi ettim acaba” diye düşünüyorum. Fiziken yorgunluğu ise sanırım anlatmama gerek bile yok. Özellikle 3-4 yaş grubundakilerle çalışmak ciddi bir sabır gerektiriyor. Biri acıktım derse diğerleri de acıkıyor, biri ağlarsa diğerleri de ağlıyor, hepsinin aynı anda çişi, aynı anda kakası geliyor. Bazıları tuvalet sırası gelene kadar kendini tutamadığı için ağlıyor ya da altına kaçırıyor. Zorlukları saymakla bitiremem; ama bir şaşkın bakışları, elimi tutmaları, bir öpücükleri mutlu olmaya yetiyor. Herşeyden önemlisi her gün bana neden burada olduğumu, hayatımı değiştirmeyi neden istediğimi hatırlatıyorlar. Hiç böylesine saf sevgiyle kuşanmamıştım, bazen çok geliyor, idrak sınırlarımı zorluyor.
Çocuklarımdan daha sonra uzun uzun bahsedeceğim; ama esas söylemek istediğim, yetimhane bana sadece çocukların değil, onlarla çalışan insanların hayatlarını ve hayallerini de gösteriyor. Gerçekleştirebildiklerim için kendimi şanslı hissediyor, bir yandan da onların dünyasını öğrenmeye çalışıyorum.
Isabel, 3-4 yaş grubu çocuklarının öğretmeni. Mayaların bütün fiziki özelliklerini taşıyor: 30-32 yaşlarında, kısa boylu, koyu tenli, balık etli, keskin bakışlı ve iyi eğitimli bir kadın. Bana göre yetimhanedeki en zorlu işi o yapıyor. Derslerini izlemeye bayılıyorum. Çocuklara kitap okurken karakterleri canlandırması, onlara şarkı söylettirmesi, yürüyüşe çıkartması görülmeye değer.
Her sabah saat 10’da Isabel ile birlikte küçükleri bahçeye çıkarıyoruz. Çimlerde yuvarlanıp küçük oyun parkında oynuyorlar. Sonra biz seslenince hepsi tek sıra olup bahçenin kenarındaki kütüklerin üzerine sırayla diziliyorlar. Her çocuk için bir adet ya da bir dilim meyve olduğu için ellerindekini düşürmeden yemeyi öğrenmek zorundalar. Kazara biri elindeki çimlere düşürürse hakkını kaybediyor. Haliyle çok ağlıyor. O yüzden o bıdık şeyler çok dikkatli. Sıkı sıkı meyvelerini tutuyorlar.
Onlar meyvelerini yerken biz de Isabel ile sohbet ediyoruz. İlk günler bana karşı biraz mesafeliydi. Sonradan İspanyolca konuşabildiğimi görünce açıldı. Öylesine ciddi görünüşlü bir kadın ki, çok disiplinli ve iyi bir öğretmen olduğunu düşünsem de ne kadar şefkatli biri olduğunu anlamamışım. Ama sohbetlerimizde hep çocuklardan bahsediyor. En büyük hayalinin, tepelerdeki Maya köylerinden birinde bir çocuk yuvası kurmak olduğunu söyledi. Özellikle engelli çocuklarla çalışmak istediğini söylüyor. Mayalar engelli çocuklarından çok utanırlarmış, o nedenle çocukları sokağa çıkarmıyorlar. “Oysa aralarında çok zeki, hayata kazandırılabilecek çocuklar var” diyor Isabel. Eğer her şey planladığı gibi giderse iki yıl içerisinde planını gerçekleştirecek. Aldığı çok az maaşla evini geçindirmeye çalışırken bir yandan da 4-5 yaşlarındaki kızına bakıyor ve hayali için para biriktiriyor.
Yetimhanenin idari işleriyle ilgilenen Elisabet ise benim yaşlarımda. Sadece idari işlerle değil, bizzat çocuklarla da ilgileniyor. Yataklarını toparlıyor, yemeklerini yediriyor, giydiriyor, yıkıyor. Her sabah bizi yetimhaneye götüren kamyonete kucağında bebeğiyle biniyor. Bebek henüz üç aylık, ismi Alexandra. Elisabet evlenmemiş, çocuk sahibi de olamıyormuş. Yıllardır bir bebek sahibi olmayı hayal ettiğini söylüyor. Bu yüzden daha birkaç günlük iken Alexandra’yı evlatlık almış. “Evde annem babam ve dört kardeşim ile çok kalabalığız, ama Alexandra’yı onlar da çok sevdiler” diyor. Haftanın bazı günleri okula gidiyor, yeterli maddi olanağa sahip olduktan sonra birkaç yıl önce üniversiteye gitmeye başladığını söylüyor. Yakında üniversiteyi bitirip devlet okullarında öğretmenlik yapmayı planlıyor. “Eğer” diyor, “istediğim işe girebilirsem, ikinci bir çocuk daha evlat edineceğim.”
Yetimhanede ilkokul çağına gelmiş olan çocukların da bir öğretmeni var. İsmi Hugo. Onlara dilbilgisinden matematiğe kadar pek çok konuda ders veriyor. 25-26 yaşlarında, ailesine yardım etmeye çalışan bir adam. Onunla birlikte yaklaşan Noel için çocuklara el işleri yaptırıyoruz. O çocuklarla birlikte renkli kartonlardan yıldızlar kesiyor, ben de Derya Baykal gibi elimde silikon tabancamla aslında güneş olması gereken garip bir bir şey yapıyorum. Hugo bana buraya geliş nedenimi soruyor, anlatıyorum. “Türkiye dünyanın öbür ucu, ne güzel bir şey buralara gelebilmen. Benim de bir hayalim var, ama hayal tabi” diyor. Ne olduğunu soruyorum, “Neresi olduğu fark etmez, bir gün Guatemala’nın dışında bir ülkeyi görebilmek istiyorum. Kazancımla değil yurtdışına gitmek, başkente bile gitmem mesele” diyor. Ben tam onu cesaretlendirecek birşeyler söylemeye çalışırken hızlıca devam ediyor: “Ama bunların hiç biri sorun değil, ben kendime inanıyorum. Evlenip çoluk çocuğa karışmadan başka ülkeleri göreceğim.”
Bu inancı ve coşkusu çok hoşuma gidiyor. “Belki yurtdışında çalışırsın, İspanyolca öğretmenliği yaparsın” diyorum. Fikir çok hoşuna gidiyor, lafa dalıp bir süre çocuklarla ilgilenmeyi unutuyoruz.
Belizzzzz...
YanıtlaSilulen Beliz, ne o arkadaşımız yaban ellerde ne yapıyor, bir ses , bir nefes diye blog başında nöbet tutuyoruz; sonuç? Gözyaşı. Tatlım keşke içinde insan olmayan bişi seçseymişsin. Hadi çocuk meselesi herkesin içine dokunur, bir hislenirsin. Tamam, normal! Ancaaak başka ülkeleri görmek istiyorum diyen adama da ağlıyorum ben. Bugün Gamze Mari'nin kocası da çok hastaymış diye dertleniyordu. Hepimizde bir Guatemala hassasiyeti oluştu. Ah kınalı kuzum, ah!Bakma tabii sen bana, yaz yine içinden geldiği gibi.İçer gibi okuyoruz vallahi...
YanıtlaSilFelek yorgunu bu Maya çocuklarına şans biraz olsun gülmüş sanki. Güzel insanlar var etraflarında, bir de sen eklendin oraya. Şu güzel kahküllü çocukların arasında bir de senin gül yüzünü görelim fotoğraflarda. İçin içinde çocuklar oldukça gözler buğulu buğulu okunuyor hep. Zeynep'in de dediği gibi ömrümüze bir de Guatemala hassisyeti eklendi
YanıtlaSilBu film adı gibi olmuş, hüzünlendirdin yine bak:-( İçinde senin de olduğun foto göremeyecek miyiz Belizim... Öperim tüm çocukları
YanıtlaSilBu çocukların fotograflarını görünce dedim ki kesin bir tane kapar getirirsin ufaklıklardan Turkiye'ye ama yasak olduğunu hatırladım yazılarından.
YanıtlaSilresimlerde senin olmamam hakkaten değişik bir hava katmıyor değil fotolara.
offf be Beliz sürekli ağlamaklı bir mod ile okuyorum yazılarını ve bugün itibariyle halime şükretmeye de başladım... ne kadar çok şeyden şikayet ettiğimi hatırladım...
YanıtlaSil28 yasinda Turkiye'de kariyer denen seyi arkamda birakip California'ya cocuk bakmaya gittigimde herkes bunun icin mi okudun ozel okullarda diye kizmisti bana. 28 yil sonra 3 cocukla gecirdigim bir sene sonunda ilk kez sevgiye, sevildigime inanmistim. Ilk kez biri bana seni seviyorum dediginde yalansiz dolansiz, kalpten soylendigini anlamis, onlarla ben de kendimi sevmeyi ogrenmistim. Sihirli dokunuslarini hala animsiyorum. Ne mutlu sana :)
YanıtlaSilResimlerini cektigin cocuklara, insanlara baktikca buradaki butun hispaniklerin Guatemala'dan gelmis saniyorum. Hepsi mi ayni olur?? Hele su kahkullu kiz cocuklari??? Dora var ya, hispanik cizgi film karakteri,ayni onun gibiler. Ama o kadar hispanik tanidim, hicbiri dogrudan bu ulkeden gelmemisti. Enteresan yani.
YanıtlaSilEngelli cocuklara okul hayali kuran insanlar var demek su dunyada. Ne buyuk, ne guzel hayal...Insan kotu hissediyor kendini