Guatemala dünyanın önde gelen kahve üreticilerinden biri. Kahvelerinin lezzetiyle gurur duyuyorlar. Yetimhaneye giden dağlık yolda kilometrelerce uzanan tarlalar var. Çoğunlukla mısır ve kahve tarlaları. Antigua’nın etrafında da birkaç ünlü kahve plantasyonu bulunuyor. Bunlardan biri Filedelfia, diğeri Azotea. Her öğlen saat birde ve ikide kahve plantasyonlarına otobüs kalkıyor. Plantasyonlara gelen ziyaretçiler hem üretimle ilgili bilgi alıyor, hem kahve tadıyor, hem de uçsuz bucaksız kahve ağaçlarının arasında at binebiliyorlar. Birkaç gündür Azotea’ya gitmek için plan yapıyor ama her seferinde otobüsü kaçırıyorduk. Sonunda bir tuktuka atlayıp gitmeye karar verdik. (Bu arada sanırım daha önceki yazılarımda anlatmayı atladım. Antigua’da tavuk otobüslerinden sonra en yaygın ulaşım aracı tuktuk. Tepesi kalınca bir naylon örtüyle kaplı olan üç tekerlekli motosikletler. Tuktuklar buranın bir nevi taksileri.)
Tuktuk taşlı yollardan Antigua’nın etrafındaki tepelere çıkmakta zorlanıyor. İnsanın içi dışına çıkıyor. Ama gerçekten çok eğleniyoruz, lunaparkta çarpışan arabalara binmiş çocuklar gibi şeniz. 5-10 dakikada Azotea’ya varıyoruz. İki yanıda ulu ağaçların sıralandığı uzun bir girişi var. Sağımızdaki tarlalarda at binenleri görüyoruz. Kolonyal mimaride yapılmış, büyük beyaz bir yapı önümüzde beliriyor. Kapıdaki görevli saatini gösterip fazla zamanımız olmadığını, akşam üzeri beşte plantasyonun kapanacağını söylüyor. Azotea’nın içinde bir de Maya Müzikleri Müzesi var. Önceden burayı gören arkadaşlar çok methettiler, biz de heyecanla müzeye yöneliyoruz. Görevli hem müzik müzesi hem de kahve plantasyonu için ayrı ayrı rehberler olduğunu ama iki turun da aynı anda başladığını söyleyince kendi başımıza hızlıca müzeyi gezip daha sonra plantasyona geçmeye karar veriyoruz. Zaten geç geldiğimiz için etrafta bizden başka kimseler yok. Etrafın tenhalığını fırsat bilip müze içinde türlü şaklabanlıklar yapıyoruz. Guatemala’nın meşhur enstrümanı marimbayla işe başlıyoruz, ardından vurmalı çalgılar ve flütleri arsızca mankenlerin elinden çıkartarak çalmaya çalışıyoruz. Bizim ardımızdan müzeyi gezmeye gelen iki çift halimize gülüyor ama aldırmıyoruz. Enstrümanlarla bütün hünerlerimizi sergiledikten sonra koşarak kahve müzesine yöneliyoruz.
Kısa boylu, koyu tenli, ince bıyıklı rehberimiz önce kahve üretimi sürecini anlatmaya başlıyor. “Evet evet” der gibi başımızı sallıyoruz ama İspanyolca anlattığı için arada pek çok şeyi kaçırıyoruz. Yine de bizimle birlikte turu alan İngiliz kardeşlerden daha iyi durumdayız, bilmiş bilmiş tercüme yapıyoruz. Rehberin anlattığına göre Azotea 1800’lü yılların sonlarında Guatemalalı bir kadın tarafından kurulmuş ve plantasyonu hala aynı aile işletiyormuş. (http://www.centroazotea.com) Ekmeyi biçmeyi, mahsülleri falan anladım fakat rehberin anlattıkları arasında bana en çarpıcı gelen, işlendikten sonra bir kahve ağacından bir kilodan az kahve çekirdeği alınabilmesi oldu. Kocaman da ağaçlar nihayetinde, küçücük kırmızı kahve meyveleri tek tek elle toplanıyormuş hem de!
Müzede hangi ülkelerin kahveyi nasıl pişirdiklerine ilişkin bir bölüm de var. Türk kahvesi setini görünce rehbere "Aha işte benim memleketin kahvesi cezvede yapılır" diyorum. Hemen ukalalık yapıyor, bizimki çok pişirildiği için kafein oranı daha düşükmüş! "Bana ne, tadı sizinkinden daha güzel" diyorum.
“Aman tanrım, ne eziyet bunları toplamak” diye aramızda konuşurken müzenin arkasında, plantasyonun girişindeki dev alana doğru yöneliyoruz. Burada ayıklandıktan sonra kahve tanelerinin nasıl yıkandığını göreceğiz. Alanın sonunda, elli metre kadar ötemizde, birkaç çelik sütunun yüklendiği ve geniş bir çatının kapattığı su havuzunu fark ediyoruz. Havuzdan çıkan uzun meyilli bir kanalda çekirdekler yıkanıyor. O sırada kanalın kenarında toplanmış olan insan kalabalığı dikkatimizi çekiyor. Önce onların plantasyonda çalışan işçiler olduğunu düşünüyoruz, sonra çoluklu çocuklu aileler olduğunu görünce “kimdir bunlar?” diye rehbere soruyoruz. Meğer şimdilerde Guatemala’da hasat zamanıymış. Etraftaki tarlalarda çalışan çiftçiler mallarını satmak için Azotea’ya geliyorlarmış.
İnsanların ortasında fi tarihinden kalmış kocaman tekerlekli, demir bir tartı, elinde not defteriyle tartının başına oturmuş beyaz şapkalı bir görevli var. Çiftçilerin getirdikleri çuvalları tartıyor. Bu arada çiftçiler ile adam arasında can hıraş bir tartışma yaşanıyor. Ne olduğunu anlamaya çalışıyoruz. Rehber çiftçilerin her gram için haklarını aradıklarını söylüyor. Yaklaşık elli kiloluk bir çuvalı Azotea, çiftçilerden 40 quetzal’e satın alıyormuş. Yani yalnızca 5 dolar!! Çiftçilerin yüzü gözü kapkara, sanki maden işçileri gibi gözüküyorlar. Aralarında hamile ve iki çocuklu bir kadın dikkatimi çekiyor. Bir yandan kavga eden küçükleri yatıştırmaya çalışırken diğer yandan görevliyle pazarlık ediyor. İnsanlara bakmaktan yıkama kısmına odaklanamıyoruz. Kahve tadımı için yıkama bölümünün ardından geçtiğimiz dükkanda bir küçük fincanın neredeyse 5 dolar olduğunu düşünüp hüzünleniyoruz. Kahve çok lezzetli ama gördüğümüz manzaradan sonra rengimiz biraz soluk.
canım kahve cekti sen anlattıktan sonra. Keşke burada da o kadar ucuza kahve içebilsek :)
YanıtlaSilbelizim, bu tuk- tuk pek şeker bişi:) hasır şapkanın üzerinden bir şifon geçirdinmiydi al sana kolonyal hava! ayyyy, yapsana be, çok yakışır. şifonunu uçura uçura tuk -tuk'la gezersin.
YanıtlaSilZeynebim şifonla tuktukta burada bi tarafın donar:))
YanıtlaSilBen bu Guatemala'yı hiç anlamamışım iki gözüm!
YanıtlaSil1. tuktuk un adı niye tuktuk? tuk tuk tuk tuk diye çalışan bir motoru olduğu için mi acaba?
YanıtlaSil2.kahve oralara nereden gitmiş? yemen'den.. yaw şu dünya harbi küçük..
3.mekanın adı az-o-tea.. adamlar çaya karşı gerilla bir mekan markası geliştirmişler.. pazarlama açısından başarılı :p
4.belizim.. yazılarını okurken çoook eğleniyorum :))
Ben de anlamadım bu tuk tuk işini Buğracım, Tayland'dakilerin de adı tuk tuk, senin tezin doğru herhalde:) besitos de Guate!
YanıtlaSil